26 Mayıs 2013 Pazar

BU BİR MÜZİK VE DANS PRODÜKSİYONUDUR

GÜLDESTAN

“Yüreğinin götürdüğü yere git” ahvalinden bir gelişmeydi ki birden kendimi İzmir Devlet Opera Balesi Elhamra Sahnesi’nde buldum. Aman efendim, hemen heyecanlanmayın sahnedeki dansçıları izlerken buldum manasına. Dansçı olarak değil…

Ünlü Türk koreograf Beyhan Murphy kurgu ve koreografisi, farklı tarzı ve denemeleriyle fenomen olan Mercan Dede’nin müzikleri eşliğinde, ilgi çekici ve farklı bir akışla sahnelenen “Güldestan” Türk Dans repertuvarının özgün prodüksiyonlarının başında geliyor. İlk kez 2004 yılında Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü projesi olarak hayata geçirilen yapıt, türünün de ilki olması yönüyle dikkat çekiyor. “Güldestan” sahneye uyarlandığı ilk yıllarda Ankara, İstanbul, Antalya ve İzmir balelerinden gelen solist dansçılarla ve yine Mercan Dede’nin müzik direktörlüğünde oluşturulan daha kalabalık bir canlı orkestrayla sunulmuş seyircinin beğenisine.

Birçok ülkede ve festivalde sahnelenen yapıtın İzmir versiyonunun, etkileyici dekor tasarımlarını Işın Mumcu, rengarenk kostümlerin tasarımlarını İsmail Dede ve sahnelemesini ise Arkın Zirek üstleniyor. Işık efektleri ise yine Beyhan Murphy ve Müfit Özbek’e ait. Evliya Çelebi ve Orhan Pamuk’tan alınan  metinler ise üslubu ve yorumuyla takdirle izlediğim sinema ve tiyatro sanatçısı Halit Ergenç tarafından seslendiriliyor. Görsel efektlerde başvurulan Ara Güler fotoğrafları da doğrusu esere nefes vermiş.

“Güldestan” ile ilgili ayrıntıların yer aldığı kitapçığa şöyle bir göz gezdirirken İranlı akademisyen, yazar ve İslam düşünürü Prof.Dr.Seyyid Hüseyin Nasr’ın “İnsan, tabiatın kucağında tabiatı aşmaya çalışmakta ve eğer insan onu bağımsız bir gerçeklik alanı olarak değil de, daha yüksek bir gerçekliğin aynası olarak tefekkür etmeyi öğrenir, insana bir şeyler söyleyen, ona bir haber ulaştıran geniş semboller hazinesi gibi görebilirse, tabiatın kendisi de İnsan’a yardımcı olmaktadır…” ibarelerine yer verildiğini gördüm. Doğaya meydan okuma, onu bağımsız bir gerçeklik alanı olarak görme, doğayı daha yüksek bir gerçekliğin aynası olarak düşün ki doğa sana yardımcı olsun…

Bu derleme kitapçık içinde; doğayla ilişkilendirilen ve insanda müthiş duygular-hazlar yaratan hatta bu hisleri tetikleyen “Gül”ün dini ve metafizik anlamlarına göndermeler yapan Beşir Ayvazoğlu’nun “Güller Kitabı”ndan alıntılara da yer verilmiş: “… gül, ömrünün kısalığından hayatın geçiciliğini ifade etmekte, gülzar-ı fena yok olmaya mahkum dünya, gülzar-ı beka ise sonsuzluk ülkesi anlamına gelir…” 

Önceden kurgulanmış bir akışta izlemek için geldiyseniz “Güldestan”a biraz şaşırabilir hatta ne olduğunu anlayamayabilirsiniz. Bazen oyun havalarına kaptırıp tempo tutarken, kimi zaman da sükunetle olup biteni izlerken bulabilirsiniz kendinizi.   Eserde, başlangıcı ve sonu olan belirli bir hikaye işlenmemiş. Birçok destana dokunulmuş. Her bir bölüm bir başka deyişle destan kendi içinde bölümler içermiyor ve izlediğimiz tüm bölümler “gül”ün çeşitli isimleriyle durumlarını seyirciye aktarıyor.

“Güldestan”ın örgüsünde sosyal ve kültürel açıdan bizi anlatan, biraz batılı biraz da arabesk birçok konuyu bulmak mümkün. Eserde; toprak, kadın ve erkeğin hicvedildiği bölümlerin yanı sıra geleneksel “sema” ayininden esinlenmiş “gülistan” ile çağdaş kimliği sorgulayıcı soyut “fırtına” ve “gül”ün en değerli varlık olan “insan”da yansımasını görüyorsunuz.

Birinci bölümün ilk destanı “Gülnar, gülefşan, gülistan ve gül-i rana”. Özellikle “gülistan” bölümünde oldukça kalabalık olan dansçılar, sahne üzerinde farklı bir ambiyans yaratan Batı ve Türk müziği sazlarından kurulu altı müzisyenin nağmeleriyle az soluklanıyorlar.  2’nci destan “Gülendam” başlı başına bir destan ve kısa bir ara… 3’cü destan ise “gülzar-fena” (fırtınadan sonra) işte bu bölümde Halit Ergenç; Orhan Pamuk’un “Öteki Renkleri”nden pasajları sıralıyor. “Güldeste” ve ardından yine müzisyenler devrede. 4’ncü destanda da “gülgeşt”i (çelebiler) izliyoruz. Halit Ergenç’i bu kez de duvara sahnenin iki yanına görüntüsü yansıtılmış ve sesinden Evliya Çelebi’nin “İstanbul Çelebileri”ni dinliyoruz. Canlı müzik ve son destan “gül-nefes” ile final.

“Gül”ü tam ortasına alarak,  yaşamın ritim, ses ve renklerini kah günümüzde bir şehrin kafeteryasında; kah dini bir ritüelde, bazen Osmanlı’da, kimi zamansa günümüzde; yeri geldiğinde büyük bir ciddiyet, duruma göre de esprili bir üslupla işlenmiş buluyorsunuz “Güldestan”da. Doğallığı da yapaylığı da toprak, kadın ve erkek figürleriyle bütünlemiş “Güldestan”.

Bu görsel şölenin İzmir prömiyeri bize nasip oldu. Son gösteri ise 29 Mayıs’ta Karşıyaka Opera ve Tiyatro Sahnesi’nde. İzlemediyseniz öneririm.

“O gül endam bir al şale bürünsün yürüsün,
Ucu gönlüm gibi ardınca sürünsün yürüsün…”  –Enderunlu Vasıf

 “Var iken yüzün güle meyl eylemez dil bülbülü
Arife bir gül yeter, lazım değil tekrar gül” - Necati






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder