30 Mayıs 2013 Perşembe

YANGIN VAR; YEŞİL YOK OLUYOR

YANGIN VAR; YEŞİL YOK OLUYOR…

Bu hafta yine yurdun çeşitli merkezlerinden gelen; yanı başımızda ise Urla ve Manisa'dan hatta Muğla'dan gelen orman yangını haberleriyle bir kez daha ciğerlerimiz dağlandı. Yangınların çıkış nedenleri, oluş şekilleri, yayılışı, neden olduğu maddi kayıplar v.s.'yi konuşmak için vakit çok geç. Her büyük yangın sonrası televizyonlardan cayır cayır gözlerimizin önünde heba oluşlarını izlediğimiz, yorumlar ve yığınla haberle yüreklerimizin dağlandığı bu orman yangınlarına acaba nasıl dur denilecek?
Oldum olası yaz mevsiminin gelişine sevinemem. Mutlu olamam, çünkü orman yangınından korkarım. Gazetelere bakmak, televizyonları izlemek, radyoları dinlemek gelmez içimden, her an bir orman yangını duyabilirim diye...

Orman Genel Müdürlüğü'nün yayınlarında "orman yangını" tanımı genel olarak;  serbest yayılma eğiliminde olan ve ormanda yaşama birliğine katılan canlı ve cansız bütün yanabilir varlıkları yakıp yok edebilen ateş şeklinde belirtilmekte. Asıl ilgi çekici olan ise yıldırım gibi doğal nedenlerin oranının % 5-6. Bugüne kadar yaşanan diğer tüm yangınların çıkış sebebinin ise ne yazık ki "insan" kaynaklı olduğu verileri arasında.

Türkiye’de Hatay’dan başlayıp Akdeniz ve Ege sahillerini de içine almak suretiyle İstanbul’a kadar uzanan kıyı bandı yangınlar açısından en riskli bölgeyi oluşturuyor. Yine Orman Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre; yangına öncelikli olarak hassas alan 7.182.051 hektar, yangına ikinci derece hassas alan 5.091.788 hektar’dır. Bu da demektir ki; ormanlarımızın aşağı yukarı % 60’ını oluşturan 12 milyon hektarlık bölümü yangına çok hassas bölgelerde yer alıyor.  
Hal böyle olunca "orman yangınları" konusunda tüm yurttaşlarımızın duyarlı olmaları gerekiyor. Hani her felaketin ardından "eğitim" de "eğitim" diyoruz ya, gerçekten "eğitim" bu konuda da merkezde yer alıyor. Artık yanan ciğerlerinin farkına varmalı. Bugün Manisa'daki, Urla'daki yangının kokusu geliyorsa burnumuza, yarın bu yangının bizi yok etmesi de içten bile değil inanın. 

GDO konusu başta olmak üzere bu konuda da "Görmeyen Duymayan Organizasyonlar"ın ya da "İşine Geldiği Gibi Takılan Organizasyonlar"ın aklını başını devşirme zamanları geldi de geçiyor bile...

Peki birey olarak ben ne biliyorum, ne yapıyorum "yaz aylarının gelmesini istememek" dışında?..
En azından "ormansız bir yurdun vatan olamayacağını" biliyorum. 
Ormanda ateş yakmamaya, çevremde sigara içen varsa “orman alanında içmemeleri” ya da sigara izmaritlerini yanık olarak gelişigüzel atmamaları yönünde uyarıyorum, yasak levhası olsa da olmasa da yaz aylarında mümkün olduğunca ormanlara girmemeye çalışıyorum, cam ve cam kırığı görürsem alıp çöpe atıyorum ve bir yangın durumunda “177 Yangın İhbar Hattı”nın aranması gerektiğini biliyorum…
Peki yaz ayları gelmeden yetkililerimiz neler yapabilir? Uzman değilim ancak en azından yangınların rahatlıkla izlenebileceği gözetleme kuleleri yapılmalı kaldı ki günümüzde uydu üzerinden bile takip yapılabiliyor, teknolojiden bu konuda en üst düzeyde yararlanılmalı, yangınların yoğun olduğu dönemlerde daha sıkı takip yapılmalı, mobil iyi eğitimli uzman yangın timleri çoğaltılmalı, ormanlara bu dönemlerde giriş çıkışlar kesinlikle yasaklanmalı.

Ayrıca bu yörelerde yaşayan vatandaşlar “orman yangınları” konusunda daha hassas davranmalı; eğitim alma konusunda istekli olmalı. “Orman yangınları”na iyi niyetli de olsa çevredeki tüm insanların müdahale etmesine izin verilmemeli. Nitekim bu konudaki bilinçsiz ve alt yapısız müdahaleler yangınların büyümesine ve hatta günlerce sürmesine de neden olabilmekte. 
Nedeni ne olursa olsun “orman yangınları” devam ederse “vatansız” kalacağımızı unutmamalıyız. Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği gibi vatanı çocuklarımız ve torunlarımız için cennet yapmak hedefimiz olmalı.  
Ha bu arada unutmadan: “Çıkarları için ağaçları feda eden zihniyet de en az orman yangınları kadar orman için tehlikelidir”
İstanbul Gezi Parkı İstanbullular'ındır
Yazımın son halini vermeyi düşündüğüm bu sabah İstanbul Gezi Parkı’nda “ağaçlarımız kesilmesin” diye direniş gösteren, demokratik haklarını kullanmaya çalışan yurttaşlarımıza polisin sert müdahalesini görünce inanın yüreğim bir kez daha burkuldu. Onlarca alışveriş merkezi varken neden buradaki “zaten yeşili az bir kentin” insanının, bizim yüreğimizi
dağlıyorsun?..
Orman yangınlarını “Alo 177”ye bildirirsin de bu durumu kime şikayet edersin?..
Son yangınlar “son”, İstanbul Gezi Parkı “simge”, vatanımız “cennet”, denizlerimiz “masmavi”, “yeşilimiz” bol olsun…
Sevgiyle…




26 Mayıs 2013 Pazar

BU BİR MÜZİK VE DANS PRODÜKSİYONUDUR

GÜLDESTAN

“Yüreğinin götürdüğü yere git” ahvalinden bir gelişmeydi ki birden kendimi İzmir Devlet Opera Balesi Elhamra Sahnesi’nde buldum. Aman efendim, hemen heyecanlanmayın sahnedeki dansçıları izlerken buldum manasına. Dansçı olarak değil…

Ünlü Türk koreograf Beyhan Murphy kurgu ve koreografisi, farklı tarzı ve denemeleriyle fenomen olan Mercan Dede’nin müzikleri eşliğinde, ilgi çekici ve farklı bir akışla sahnelenen “Güldestan” Türk Dans repertuvarının özgün prodüksiyonlarının başında geliyor. İlk kez 2004 yılında Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü projesi olarak hayata geçirilen yapıt, türünün de ilki olması yönüyle dikkat çekiyor. “Güldestan” sahneye uyarlandığı ilk yıllarda Ankara, İstanbul, Antalya ve İzmir balelerinden gelen solist dansçılarla ve yine Mercan Dede’nin müzik direktörlüğünde oluşturulan daha kalabalık bir canlı orkestrayla sunulmuş seyircinin beğenisine.

Birçok ülkede ve festivalde sahnelenen yapıtın İzmir versiyonunun, etkileyici dekor tasarımlarını Işın Mumcu, rengarenk kostümlerin tasarımlarını İsmail Dede ve sahnelemesini ise Arkın Zirek üstleniyor. Işık efektleri ise yine Beyhan Murphy ve Müfit Özbek’e ait. Evliya Çelebi ve Orhan Pamuk’tan alınan  metinler ise üslubu ve yorumuyla takdirle izlediğim sinema ve tiyatro sanatçısı Halit Ergenç tarafından seslendiriliyor. Görsel efektlerde başvurulan Ara Güler fotoğrafları da doğrusu esere nefes vermiş.

“Güldestan” ile ilgili ayrıntıların yer aldığı kitapçığa şöyle bir göz gezdirirken İranlı akademisyen, yazar ve İslam düşünürü Prof.Dr.Seyyid Hüseyin Nasr’ın “İnsan, tabiatın kucağında tabiatı aşmaya çalışmakta ve eğer insan onu bağımsız bir gerçeklik alanı olarak değil de, daha yüksek bir gerçekliğin aynası olarak tefekkür etmeyi öğrenir, insana bir şeyler söyleyen, ona bir haber ulaştıran geniş semboller hazinesi gibi görebilirse, tabiatın kendisi de İnsan’a yardımcı olmaktadır…” ibarelerine yer verildiğini gördüm. Doğaya meydan okuma, onu bağımsız bir gerçeklik alanı olarak görme, doğayı daha yüksek bir gerçekliğin aynası olarak düşün ki doğa sana yardımcı olsun…

Bu derleme kitapçık içinde; doğayla ilişkilendirilen ve insanda müthiş duygular-hazlar yaratan hatta bu hisleri tetikleyen “Gül”ün dini ve metafizik anlamlarına göndermeler yapan Beşir Ayvazoğlu’nun “Güller Kitabı”ndan alıntılara da yer verilmiş: “… gül, ömrünün kısalığından hayatın geçiciliğini ifade etmekte, gülzar-ı fena yok olmaya mahkum dünya, gülzar-ı beka ise sonsuzluk ülkesi anlamına gelir…” 

Önceden kurgulanmış bir akışta izlemek için geldiyseniz “Güldestan”a biraz şaşırabilir hatta ne olduğunu anlayamayabilirsiniz. Bazen oyun havalarına kaptırıp tempo tutarken, kimi zaman da sükunetle olup biteni izlerken bulabilirsiniz kendinizi.   Eserde, başlangıcı ve sonu olan belirli bir hikaye işlenmemiş. Birçok destana dokunulmuş. Her bir bölüm bir başka deyişle destan kendi içinde bölümler içermiyor ve izlediğimiz tüm bölümler “gül”ün çeşitli isimleriyle durumlarını seyirciye aktarıyor.

“Güldestan”ın örgüsünde sosyal ve kültürel açıdan bizi anlatan, biraz batılı biraz da arabesk birçok konuyu bulmak mümkün. Eserde; toprak, kadın ve erkeğin hicvedildiği bölümlerin yanı sıra geleneksel “sema” ayininden esinlenmiş “gülistan” ile çağdaş kimliği sorgulayıcı soyut “fırtına” ve “gül”ün en değerli varlık olan “insan”da yansımasını görüyorsunuz.

Birinci bölümün ilk destanı “Gülnar, gülefşan, gülistan ve gül-i rana”. Özellikle “gülistan” bölümünde oldukça kalabalık olan dansçılar, sahne üzerinde farklı bir ambiyans yaratan Batı ve Türk müziği sazlarından kurulu altı müzisyenin nağmeleriyle az soluklanıyorlar.  2’nci destan “Gülendam” başlı başına bir destan ve kısa bir ara… 3’cü destan ise “gülzar-fena” (fırtınadan sonra) işte bu bölümde Halit Ergenç; Orhan Pamuk’un “Öteki Renkleri”nden pasajları sıralıyor. “Güldeste” ve ardından yine müzisyenler devrede. 4’ncü destanda da “gülgeşt”i (çelebiler) izliyoruz. Halit Ergenç’i bu kez de duvara sahnenin iki yanına görüntüsü yansıtılmış ve sesinden Evliya Çelebi’nin “İstanbul Çelebileri”ni dinliyoruz. Canlı müzik ve son destan “gül-nefes” ile final.

“Gül”ü tam ortasına alarak,  yaşamın ritim, ses ve renklerini kah günümüzde bir şehrin kafeteryasında; kah dini bir ritüelde, bazen Osmanlı’da, kimi zamansa günümüzde; yeri geldiğinde büyük bir ciddiyet, duruma göre de esprili bir üslupla işlenmiş buluyorsunuz “Güldestan”da. Doğallığı da yapaylığı da toprak, kadın ve erkek figürleriyle bütünlemiş “Güldestan”.

Bu görsel şölenin İzmir prömiyeri bize nasip oldu. Son gösteri ise 29 Mayıs’ta Karşıyaka Opera ve Tiyatro Sahnesi’nde. İzlemediyseniz öneririm.

“O gül endam bir al şale bürünsün yürüsün,
Ucu gönlüm gibi ardınca sürünsün yürüsün…”  –Enderunlu Vasıf

 “Var iken yüzün güle meyl eylemez dil bülbülü
Arife bir gül yeter, lazım değil tekrar gül” - Necati






22 Mayıs 2013 Çarşamba

ORGANİZASYON DEDİĞİN


KÜLTÜR ŞÖLENİ

Günlerdir afişinin asılmadığı duvar, yapıştırılmadığı mekan kalmayan; hatta kaldırımların üzerinde bile gördüğüm “Kültür Şöleni” afişlerini merak ederken, dün elime geçen broşürü ile de ayrıntılarına mazhar oldum. Tam ayrıntılarını öğrendim derken de konuyla ilgili olarak yapılan basın toplantısı haberlerini gördüm. TÜRKÇEDER ve İzmir Kültürlerarası Diyalog Merkezi (İZDİM) tarafından organize edilen “Kültür Şöleni”nin bu yıl oldukça coşkulu ve geniş katılımlı gerçekleşeceği yönünde bir beklenti var. Bunu gerek yapılan yoğun tanıtım çalışmaları gerekse dün düzenlenen basın toplantısındaki ifadelerden anlamak mümkün.

Organizasyonun dikkat çekici yanı ise 11’ncisi düzenlenen “Uluslararası Türkçe Olimpiyatları Kültür Şöleni”nin bu yıl ilk kez İzmir’de gerçekleştiriliyor olması. Bu organizasyon genel olarak Türkçe Olimpiyatları’nın küçük bir provası şeklinde daha önce 10 kez İstanbul ve Ankara’da yapılmış; bu yıl ise Expo 2020 adaylığımız dolayısıyla da İzmir’de yapılmasına karar verilmiş. Tema olarak da “Evrensel Barışa Doğru” söylemi seçilmiş. Düzenleme komitesinde çok sevdiğimiz, değerli büyüğümüz Sayın Işılay Saygın’ın ismini görünce organizasyonun İzmir temelinin ne denli sağlam bir zemine oturtulduğunu da görmek mümkün.

Düzenlendiği ilk yıl 17 ülkenin katıldığı organizasyona bu yıl 140 ülkenin ve ikibinin üzerinde katılımın olması, bu konudaki “iletişim”in başarısının ve nereden nereye geldiğinin önemli bir göstergesi olsa gerek. Kültürpark alanında gerçekleştirilecek olan bu yılki şölende; katılan ülkeler bir anlamda panayır bir anlamda da kültürlerarası bir alışveriş fuarı havasında ülkemizi ve İzmirimizi yakından tanıma, ülkelerini ve kültürlerini de bize tanıtma olanağı  bulacaklar. Organizasyonun merkezinde kültürümüz ve evrensel bir dil olan güzel “Türkçemiz”in yer alıyor olması da ayrıca dikkat çekici.

Hiç kuşku yok müthiş bir organizasyon olacak. Türkçe Olimpiyatları,  geleneksel hale gelen birçok uluslararası organizasyon gibi başarısıyla dikkat çekiyor. Diğerlerinden farkları; kararlı, dinamik, öngörülü, işine ve markasına inancı-güveni yüksek, organizasyon kabiliyeti tartışmasız güçlü bir takım tarafından yürütülüyor olması. Organizasyona destek veren kuruluşlardan hiç söz etmiyorum. Zaten böylesine organizasyonların başarısında; güçlü bir takımın varoluşu kadar destek veren sponsorların da katkısı var.

Ayrıca sahada çalışan müthiş gönüllüleri de “es” geçmemek lazım. İşyeri komşumuz olan bir dostum ki o işyerinin sahibidir, bir de baktım dün afiş asıyor duvara, boş bir işyerinin vitrinine… Yanına yaklaşıyorum, “kolay gele” diyorum… “Sağol” dedikten ve organizasyonla ilgili özet, benim anlayacağım şekilde net bilgileri bir çırpıda aktardıktan sonra, “açılış günü ve organizasyon boyunca öyle bir kalabalık hedefliyoruz ki ‘trafik kilitlenmeli’, İzmir değil, Türkiye bu organizasyonu konuşmalı” diye de ekliyor.

Eee, ne diyelim; “marifet iltifata tabidir, müşterisiz meta zayidir”

Bu müthiş organizasyondan ders alması gerekenler de üzerlerine düşen dersi umarım alırlar da; daha profesyonel yaklaşırlar yaptıkları “event”lere…

20 Mayıs 2013 Pazartesi

ÇEK ARABANI!..

ÇEK ARABANI

Kardeşim. Lütfen...

Uyarmak yine vatandaşa kaldı. Son günlerde o kadar çok ki bu manzara. Olur olmaz parklar, trafik kurallarını ihlaller... Ancak bugün sizlere "olur olmaz parklar" başlığının "engelliler için ayrılmış geçitler"i kapatacak şekilde "park edilmiş araçlar" bahsini açacağım.

Aslında gün içinde hepimizin belki de fark etmeden yanından geçtiği, başını döndürüverse görebileceği bir kural ihlali. "Engelliler için ayrılmış geçitler"in "rampalar"ın önüne düşüncesizce bırakılan otomobiller... Sadece engelli vatandaşlarımız için değil, yaşlılar, bebekli aileler için de aynı durum geçerli.


Geçtiğimiz hafta içinde o kadar çok benzer ihlalle karşılaştım ki anlatamam. İzmir'in merkezinde üstelik. Alsancak, Çankaya, Üçkuyular, Karşıyaka... Fark etmiyor aslında... Manzara aynı. Biraz dikkatli baktığınızda bu ihlalin ne denli çok yapıldığını sizler de göreceksiniz. Vatandaş büyük bir olasılıkla hiç etrafına bakmadan, geçişi kapatıp kapatmadığının farkında olmadan "kendisine göre 5-10 dakikalık" işini görmek için "hiçbir art niyet olmaksızın" (!) bırakıveriyor aracını. Hayır efendim, 5-10 dakika da olsa otomobilinizi engelli vatandaşlar, yaşlılar, bebekli ailelerin geçişi için ayrılmış; kaldı ki bir diğer kaldırımın devamı olduğundan "tüm yayalar" için de düzenlenmiş bu özel geçişleri kapatamazsınız. Aracınızı park ederken etrafınıza bir bakın lütfen!..  

Birkaç gün önce Üçkuyular'da Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi'nin yanından yürüyordum. Bir engelli yurttaşımız akülü aracıyla yanımdan öyle hızlı bir şekilde geçti ki. Ben kaldırımdayım, engelli yurttaşımız yolda ve yolun solunda... Engelli rampalarından kaldırıma geçer diye bekledim. Nerde? Öylece devam etti yoluna. İnanın hızlandım nasıl gidecek diye, merak edip, izledim, yetişemedim. Yanından o kadar çok araç geçiyordu ki, korktum bir taraftan da. Aracı anlaşılır kılacak hiçbir lamba ve sinyal de yok.
Neden engelli rampasından kaldırıma geçmedi diye baktım sonra. O kadar "dar" bir kaldırım ve o kadar "dik" bir rampa ki yapılmış olan; bırakın engelli aracıyla bir insanımızın geçmesini herhangi bir engeli olmayan vatandaş, yaşlı ve bebek arabasıyla  bile zor çıkar o rampadan. Sonradan anladım ki, akülü aracını hızla sürmesi de bir an önce uzun uzadıya devam eden AASSM ile Fatih Koleji arasındaki o uzun mesafeyi bir an önce geçmekle ilgiliydi.

Bu sadece bir örnek. Yayalar rahat rahat yürüsünler, trafikten, gürültüden uzak; keyifle zaman geçirsinler diye düşünülen sevgi yollarının girişlerinin işgalleri, görme engelliler için düşünülmüş ancak diğer engelli kardeşlerimiz için es geçilmiş cinsten bol zikzaklı sarı pütürlü yollar, kaldırım işgalleri, daracık yaya yolları...


Çağdaş kentler bunları hak etmiyor. Çağdaş kentlerde yaşadığını düşünen bizler hele vurdumduymaz yaklaşımları, yasadışı otoparkları ve uygulamalara maruz kalmayı hiç mi hiç hak etmiyoruz.

13 Mayıs 2013 Pazartesi

ANNELER GÜNÜ'NÜN ARDINDAN

ANNELER GÜNÜ'NÜN ARDINDAN

Hani derler ya "acısıyla tatlısıyla bir Anneler Günü'nü daha geride bıraktık". Aynen öyle oldu. Öncesinde, gününde ve sonrasında onca şeyi ne kadar süratle belki de birçoğunu üzülerek söyleyeyim, ne yazık ki "magazin" ayarında yaşayıverdik.

Daha acısı sımsıcak; sayısı "nedendir bilinmez" ancak kesin olarak açıklanmayan, bir dünya insanın öldüğü ve birçoğunun da ağır yaralandığı Hatay'ın Reyhanlı ilçesindeki menfur saldırı. O saldırıda yaşamlarını yitiren onlarca anne, anne adayı... Genci yaşlısı, zengini fakiri tarumar olmuş kısacası bir anda cehenneme dönmüş sokaklar...Açıklamalar, açıklamalar... Oluveren facia, bir anda yakalanıveren failler. Hollywood filmlerini aratmayacak hızda, Kurtlar Vadisi kıvamında... Terör uzmanı değilim; bir vatandaş olarak baktığımda inanın bu denli hızlı yaşanıveren olaylar, gelişmeler ve olayın faillerinin yakalanmaları v.s. karşısında nutkum tutuluyor; şaşkınlık içinde olup biteni izliyorum... Bir kez daha bu korkunç saldırıyı gerçekleştirenleri lanetliyor, ölen vatandaşlarımıza Tanrı'dan rahmet, yaralı kardeşlerimize de acil şifalar diliyorum.

Asıl "Anneler Günü" macerama gelelim. Eşimin, evimizin "Biricik Annesi"nin "Anneler Günü"nde çalışacağını günler öncesinden biliyorduk. Prensesim ve ben... Minik bebeğimiz ise sıradan bir çalışma günü kıvamında hissedecekti muhtemelen gün boyu olup bitecekleri. O gün geldi çattı. 12 Mayıs Pazar. Bugün 10 aylık minik Mehmet Kutay ve 10 yaşındaki prensesim Cemresu'ya ben bakacağım. Geçen haftaya kadar "hallederim, ne olacak" modunda ben, o gün gelip çattığında büyük bir heyecanla sarıldım "kutsal görevime".

Liste aslında çok kısa gibi görünüyordu. Ancak yapmam gerekenleri sırayla uygulamaya koyduğumda liste sanki metrelerce uzuyordu... Aslında minik Kutay her bir hazırlık aşamasında uyuyor olsa sorun olmayacak :) Kahvaltı hazırlığı, bezinin kontrolü -Allah'tan Annemiz sabah ilk kontrolü yapmıştı-, ıhlamuru, maması, çorbası, v.s.

İtiraf edeyim gerçekten alışık olmadığım için biraz zorlandım. Bir daha "Annemiz" çalışırsa bakabilir miyim bebişe... bakarım bakarım çünkü antremanlıyım artık...

Gelelim kıssadan hisseye... "Anne" olmak zor zanaatmiş kardeşim, o kesin... Hem "Anne" olacaksın hem de çalışacaksın; çamaşırı, ütüsü, v.s. evi çekip çevireceksin. Ben ne çamaşır yıkadım, ne ütü yaptım; temizlik de yapmadım.  Zor, gerçekten zormuş. Gerçi insan için "bulunduğu ortam ve koşullara en hızlı ayak uydurabilen varlık" diyenler de var.

Lakin diyorum ki Allah "Annemiz'i" başımızdan eksik etmesin; "Anneler Günün Kutlu Olsun, evimizin en büyük emekçisi, seni çok seviyoruz :)"

Tabi "Anneler Günü"nün akşam programı da vardı. Bütün kardeşler, eşlerimiz, çoluk çocuk "varlığımızı borçlu olduğumuz, büyük emekçi Anneciğim" de toplandık. Geleneksel "Anneler Günü" yemeğinde bir kez daha hep birlikte olmanın mutluluğu ve huzuru ile Yaradan'a şükrettik...

Bu yılki "Anneler Günü" özelinde beni en çok etkileyense hepimizin özel günlerinde bir şiir ve resimle bizleri ödüllendiren Sevgili Kızım Cemresu'nun yeni "Anneler günü şiiri ve Annesi'ne özel resim" sürprizleriydi. "Güzel Annesi" ve ben "Prensesimiz"le bir kez daha gurur duyduk. (Resimde gördüğünüz kolye kızımın Anneler Günü hediyesi olarak "Anneciği"ne armağan ettiği kolyedir)


Gülkadın Annem'in evinde gece izlediğimiz Fenerbahçe-Galatasaray maçı ve sonrasında yaşananlarla ilgili birşey yazmayacağım. Kentimizin değerli kulübü Göztepemiz'in PTT 1.Lig'e veda etmesine üzüntümden de söz etmeyeceğim uzun uzadıya ve ardından yaşanan üzücü olaylara... Bugün o kadar çok yazıldı ve çizildi ki. Lakin bir kez daha anladım "biz ne eğlenmeyi ne de üzülmeyi biliyoruz" Üstüne üstlük bu sabah haberlerinde İstanbul'da bir taraftarın öldürüldüğünü de duyunca bir kez daha "pes" dedim. "Eğlenmeyi bilmiyoruz, üzülmeyi bilmiyoruz"

Ya da şöyle söyleyebiliriz:

"Biz; sevmeyi, saygı duymayı, hoşgörüyü, başkasının başarısı ile mutlu olmayı, üzüntüsü ile hüzünlenmeyi bilmiyoruz..."

Son söz olarak diyebilirim ki gelin "sevmeye, saygı duymaya, hoşgörülü olmaya, başkasının başarısı ile mutlu olmaya ve gerektiğinde üzüntüsü ile hüzünlenmeye" en yakınımızdan başlayalım. Misal her günü; "Anneler Günü" gibi "sevgiyle, şefkatle, özlemle, şükranla ve yepyeni bir umutla" yaşayalım.

Nefes aldığımız her ana şükrederek, nefes alan her canlıya saygı duyarak...


8 Mayıs 2013 Çarşamba

BİZ SİZE ALIŞTIK, LÜTFEN HEP BİZİMLE KALIN

BİZ SİZE ALIŞTIK, LÜTFEN HEP BİZİMLE KALIN

Hayır hayır yanlış anlaşılmasın. "Artık bir an önce işlerini bitirip gitsinler lütfen" Kim mi? İzmir'de Çankaya'da Gazi Osman Paşa Bulvarı'nın düzenleme çalışmalarıyla başlayan; birden ara sokaklar, St.Polikarp Kilisesi önü, Gürel Residence çevresini de içine alan ve halen birçok sokakta "yarım yamalak" devam eden kaldırım ve tretuvar çalışmalarını yapan İzmir Büyükşehir Belediyemiz'in işi ihale ettiği firmadan söz ediyorum.

Bu civarda çalışan bizler bıktık, esnaf tozdan-topraktan işini yapamaz halde...
yarım yamalak bir düzen içinde...

Asıl dikkat çekici olan; sanki ellerinde bir "sihirli değnek" varmış, bir anda bütün işleri bitirivereceklermiş gibi, her yeri aynı anda kazdılar. Lakin neredeyse 3 ay olacak, tam bitirilmiş ne bir kaldırım ne de tretuvar... Tam bizim çalıştığımız hanın önünde işe başlıyorlar, bir bakmışsınız 15 dakika sonra yoklar. Neredeler? İki sokak ötede bir başka iş yerinin önünde. Haydi orada başlıyorlar, bitirmeden ertesi gün bir başka iş yerinin önünde... Hesapsız, kitapsız, plansız, programsız... 

Esnafla konuşuyorsunuz "Abi falanca abi dükkanının önünün kaldırım çalışmasının daha çabuk bitirilmesi için filanca şirketin yetkilisi ile görüştü, onun iş yerinin önünü bitiriyorlar hemen" Nasıl bir görüşmeyse?.. "Filanca beyin iş yerinin önü plana göre otopark olmayacakmış, belediyeden golanca beyle görüşmüş cep yapacaklarmış önüne, otopark olacakmış" Nasıl yani?.. Bu sabah benim çalıştığım hanın önünde gören arkadaşlar "Mehmet Bey Mudo yetkilileri ... firması ile görüşmüş, onların iş yerinin önü bugün yarın bitmek üzere, siz de görüşsenize bir an önce burayı da bitirsinler, siz halledersiniz..." demesinler mi? Kimim ki ben?..

Benzer o kadar çok diyalog var ki bugünlerde Çankaya ve civarında. Çalışmalar bitirilmeden de böyle konuşmalar bitmeyecek, dedikodular da...

Bir başka konu da "daha dün" gibi yakın bir zamanda iş yerinin önünün kaldırımlarını yenileyen, belki de bina çevresinde kaldırım yenilemesi gerektirmeyen Hilton Oteli ve Gürel Residence gibi mekanların da var olması. Taşlara baktım. Renk olarak çok büyük fark yok, kalite ve sair içeriklerini de bilmem. Ancak mevcut kaplamayı söküp "illa benim istediğim olacak" diyorsanız bunu da anlamakta güçlük çekerim. Örneğin, Gürel Residence'in sahiplerini tanımam bilmem. Vatandaş dünya maliyetin altına girip iş yerinin çevresini güzelleştirmiş. Sen geliyorsun "standart olacak burası" diyorsun herhalde, söküp atıyorsun. Anlaşılır gibi değil. Biz bu kadar zengin bir ülke miyiz?..
Gürel Residence önünün canım taşlarını sökmeye gerek var mıydı acaba?

Haydi onu da  geçtim, bizim de iş yerimizin olduğu sokağa uğramıyorsun, kazıp öylece bırakıyorsun, bir tane işçiyle yüzlerce taşı dizdirmeye çalışıyorsun...

Aslında burada 2-3 aydan beri bitirilmeden devam eden şu çalışmalarla ilgili gözlemimiz, duyduklarımız, yaşadıklarımız o kadar çok ki... Yapılan işin kontrolü kim acaba? Papua Yeni Gine'nin Samarai kenti belediyesi yetkilileri mi?..

Dileğimiz, kentin varsa iş bilen yöneticilerinin buradaki işten ders almaları... Hesapsız kitapsız, plansız programsız iş yapmamaları. Bir sokağın tretuvar ve kaldırım çalışması bitmeden diğerine geçilmemesi... Esnaf firma yetkilileriyle ve belediye yetkilileriyle konuştuğunda, "işin süresi varmış"mış, "bir süre daha bu çile çekilecekmiş"miş... İşi süresinden önce bitirene ceza mı veriliyor bu ülkede acaba?..
bir işçi ile yüzlerce taşı nasıl dizeceksiniz acaba?


Bu liste uzar gider. Kıssadan hisseyi üzerine alınması gerekenler çıkarmışlardır diye düşünüyorum. 

Bu arada "halk sıkıntı çekmeden, hizmetin değerini anlamaz", "bir bitsin şu işler bak kimseden ses çıkıyor mu", "yazın yapsaymışız... hıh, o zaman bu çalışmaları kim görecek ki, bu sıkıntıyı kim çekecek ki; bunlar yaşanmadan hizmetin değeri anlaşılmaz..." gibi bir düşünce ve yaklaşım içinde olan varsa mevcut yöneticilerimizin, bürokratlarımızın içinde ki umarım yoktur...

7 Mayıs 2013 Salı

KÜÇÜK ELLER BÜYÜK UMUTLAR...


ÖZEL HÜSEYİN ASLAN ANAOKULU MİNİKLERİ 
BU YIL DA ÜRETTİKLERİYLE BÜYÜK BEĞENİ TOPLADI

Kurulduğu günden bu yana bütün etkinliklerinin sunumunu gerçekleştirdiğim,  özellikle çocuklarımızla bir arada olduğumda büyük bir keyif aldığım ve "iyi ki var" dediğim "Özel Hüseyin Aslan Anaokulu"... 

Bu hafta sonu öğleden sonra; Ege-Koop Genel Başkanı Sayın Hüseyin Aslan'ın "benim en özel projem" dediği ve çatısı altındaki tüm çocukların ayrı ayrı "birer proje" olarak ele alındığı Özel Hüseyin Aslan Anaokulu'nun Yıl Sonu Sanat Şöleni'ndeydim. Minicik eller özenle kağıda aktarmış duygularını, toprağa şekil vermiş... Türlü materyalden yüzlerce yapıt...

 Okul Kurucusu ve Ege-Koop Genel Başkanı Hüseyin Aslan, bu yıl beşincisi gerçekleştirilen "sanat şöleni"nde çocukların birebir kendilerinin oluşturduğu 800 eserle bir kez daha büyük bir gurur yaşadığını söylerken “Hiçbir ticari kaygı gözetmeksizin, tamamen çocuklara olan sevgimden vücut bulmuş bir eğitim kurumu burası. Bugün ne kadar doğru bir karar verdiğimi bir kez daha görmüş olmanın tarifsiz mutluluğunu yaşıyorum” derken; kendisini tanıyan bir çalışma arkadaşı olarak bugün de gözlerinde, okulun kurulduğu günkü heyecanı ve ışığı gördüğümü ifade etmek isterim. 

Özel Hüseyin Aslan Anaokulu’nun yıl sonu sanat şenliği Forum Bornova Ahmet Piriştina Meydanı’ndaydı. Son yıllarda Forum Bornova evsahipliği yapıyor okulun sanat şölenlerine.  Şenliğe öğrenci ve velilerin yanı sıra vatandaşlar da büyük ilgi gösterdi. 

Çeşitli toplantı ve organizasyonlarda Özel Hüseyin Aslan Anaokulu’na dair duyduğu övgü dolu sözlerin hem kendisini hem de eğitim kadrosunu gururlandırdığını kaydeden Aslan, “En büyük projem olarak nitelediğim okulumda çocuklarımızın özgüveni yüksek, saygın bireyler olarak yetişmeleri amacıyla aynı yolda yürüdüğümüz velilerimize de teşekkürlerimi sunuyorum. Bugün bir kez daha çocuklarımızın geniş hayal dünyalarını yansıttıkları; minicik elleriyle şekillendirip, kocaman yüreklerini sergiye gelenlerle paylaştıkları, farklı teknik ve yöntemler kullanarak oluşturdukları, yaklaşık 800 yapıtı birlikte inceleyip, onların iç dünyalarını keşfetmeye çalıştık. Uzmanların çocuk resimlerine dair söylediği ‘Her bir rengin, her bir çizginin farklı onlarca anlamı olabilir’ sözünden de hareketle, yavrularımızın renk ve çizgilerini biz yetişkinlerin iyi değerlendirmesi, iyi gözlemlemesi gerektiğinin altını bir kez daha çizmek istiyorum" dedi.

Özel Hüseyin Aslan Anaokulu’nun Kurucusu ve Ege-Koop Genel Başkanı Hüseyin Aslan, bu yıl beşincisi gerçekleştirilen Yıl Sonu Sanat Şenliği’nde çocukların birebir kendilerinin oluşturduğu 800 eserle bir kez daha büyük bir gurur yaşadığını belirterek, “Bu eğitim kurumunu 6 yıl önce hiçbir ticari kaygı gözetmeksizin, tamamen çocuklara olan sevgim dolayısıyla kurmuştum. Bugün ne kadar doğru bir karar verdiğimi bir kez daha görmüş olmanın tarifsiz mutluluğunu yaşıyorum” dedi.


Palyaço gösterilerinden mini konsere türlü etkinliklere yer verilen şölende; el sanatı ürünleri, seramik işlemeleri ve üç boyutlu el işi çalışmaları da ziyaretçilerden büyük beğeni topladı.


Ee ne diyelim, darısı yıl sonu gerçekleştirilecek ve tüm senenin özeti niteliğindeki "Özel Hüseyin Aslan Anaokulu Yıl Sonu Etkinliği"nde... Merakla bekliyoruz...




GELECEĞİ DE ŞEKİLLENDİRECEKLER

GELECEĞİ DE ŞEKİLLENDİRECEKLER
Bu hafta sonu da çocukların hayal gücü sınır tanımadı. Sabahtan Özel Prestij Okulları'ndaki "1.Türkiye Küçük Kas Şampiyonası" öğleden sonra da "Özel Hüseyin Aslan Anaokulu Geleneksel Yılsonu Sanat Şöleni".

Bugün sizlerle öncelikle; sunuculuğunu da üstlendiğim "1.Türkiye Küçük Kas Şampiyonası" izlenimlerimi paylaşacağım:

“Hayata Prestijli başlayın” sloganı ile 2012-2013 Eğitim-Öğretim Yılı’nda öğrencileriyle buluşan Özel Prestij Okulları, bu hafta sonu ulusal çapta bir yarışmaya ev sahipliği yaptı. Şenlik havasında geçen "1.Türkiye Küçük Kas Şampiyonası, Resim, Tasarım ve El Becerisi Yarışması"nda çocukların hayal gücü ve yaratıcı zekaları herkesi şaşırttı.

Şampiyonaya; Torbalı Kaymakamı Aydın Memük, Torbalı İlçe Milli Eğitim Müdürü Ruhi Gündoğdu ve Torbalı İlçe Milli Eğitim Şube Müdürü Erol Koyuncu ile birlikte İzmir, Torbalı ve çevre ilçelerden gelen halkın ilgisi büyüktü.
 
Yakından tanımaktan büyük mutluluk duyduğum Özel Prestij Okulları Kurucu Müdürü Hasan Akçap, katılımcılara ve velilere yönelik olarak yaptığı konuşmasında öğrencilerin okul öncesi, ilkokul ve ortaokul kategorilerinde yarıştıklarını ve hayal gücü, yaratıcılık, tasarım ve küçük kas becerilerini bir araya getirerek ürünler oluşturduklarını söylerken “Küçük Kas Şampiyonası okulumuzun özel bir projesidir. İnsanların birbirlerinin canını acıtmadan yarıştıkları; birbirlerini üzmeden, birbirlerini ezmeden, birbirlerini yormadan mücadele ettikleri özel bir turnuvadır" dedi. 

Prestij Okulları Kurucu Müdürü Akçap konuşmasında çok önemli konulara da değindi. Bir "baba" olarak etkilendim doğrusu. Katılımcılara seslenirken, hayatları boyunca karşılarına daha zorlu yarışmaların, tercihlerin de çıkabileceğini hatta bizlerin çocukluğumuzda oynamaktan büyük keyif aldığımız ve onların da sevdiği  köşe kapmaca oyununun bir süre sonra okul kapmaca yarışına dönüşeceğini ifade etti. 

Akçap; "Hayat kimi zaman sizi başkalarını ezerek, üzerek bir yerlere gelmeniz için zorlayacaktır. Ancak şunu hiçbir zaman unutmayınız ki, gerçek şampiyonlar insanların iyiliği için, dünyamızın huzuru ve barışı için, topluma faydalı işler üretmek için mücadele edenlerdir. Birinci olmak, şampiyon olmak elbette güzel bir duygudur. Ancak başkalarının kazanmasını kabullenmek, başkalarının şampiyon olmasını alkışlamak, rakibin elini sıkmak daha büyük bir erdemdir. Bu yüzden erdemli olmak şampiyon olmaktan daha üstün bir duygudur.”

Doğru söz alkışlanır sevgilli okuyucular "Erdemli olmak şampiyon olmaktan daha üstün bir duygudur"

"Yaratıcılık sizin hamurunuzda var" sloganı ve "Çocuklar ve Dünya Barışı" teması ile Özel Prestij Okulları projesi olarak gerçekleştirilen 1.Türkiye Küçük Kas Şampiyonası'nda çocuklar 5 ile 14 yaş aralığında 3 farklı kategoride yapıtlar ürettiler. 



Karşıyaka Rus Derneği'nin müthiş bale ve dans gösterileriyle renklenen organizasyon sonunda dereceye girenler ödüllerini alırken, tüm katılımcılara "başarı madalyası" verilerek tüm katılımcılar da ödüllendirilmiş oldu. "Algida" ve "Papirüs kırtasiyeciniz.com" da katılımcıların yüzündeki gülümsemeye katkı sağlayan kuruluşlar oldu. Tabi aslında böylesine anlamlı, geleceğimizin güvencesi ve umudu olan çocuklarımıza yönelik yapılan etkinliklerde daha fazla kurum ve kuruluşun destek ve katkısına ihtiyaç var.

Kategori birincilerinin notebook dizüstü bilgisayar, kategori ikincilerinin Net-Book Bilgisayar, kategori üçüncülerinin ise Tablet Bilgisayar kazandıkları yarışmada dereceye giren belki geleceği de şekillendirecek çocuklarımız ise şöyle:

 BİRİNCİ KATEGORİ (2007-2008 doğumlular)
1.ÖMER ERDEM SAĞSÖZ
2.NAZ YÜN
3.ELİF MACAR

İKİNCİ KATEGORİ (2003-2006 doğumlular)
1.İREM NUR KAHYA
2.GÜLİZAR KACAR
3.BORA KARS

ÜÇÜNCÜ KATEGORİ (1999-2002 doğumlular)
1.BEYZA TEK
2.BATIN CAN ŞEN
3.DOĞA DENİZ ALKAN