28 Eylül 2015 Pazartesi

“SİGAROFF”LAR ÇOCUK PARKLARINDA

Jammer teknolojisi ve bina yangın uyarı sistemleri baz alınarak İzmir’deki üniversitelerin teknoparklarında üretilen “sigaroff”lar başta Büyükşehir Belediyesi’ne ait olmak üzere ilçe belediyelerinin çocuk parklarında kullanılmaya başlandı.

Konuyla ilgili olarak yapılan açıklamada; son yıllarda, çocuklarını “çocuk parkları”na oyun oynamak üzere getiren anne, baba, büyük anne ve büyük babalardan gelen şikayetleri değerlendiren Büyükşehir Belediyesi’nin, İzmir’deki üniversitelerle iş birliği yaparak “sigaroff”ları ürettirdiği ifade edildi. Açıklamada; yurttaşlardan çocuk parklarında, başta sigara olmak üzere tütün ve tütün mamulleri kullananlarla ilgili yoğun şikayetler alındığı, “sigaroff”ların devreye alınmasıyla bu olumsuzluğun ortadan kalktığı belirtildi.

“Sigaroff”lar  ısıya duyarlı, jammer teknolojisi ile geliştirildi. Sigarasını söndürmeden ve uyarı tabelalarına dikkat etmeden çocuk parkına yaklaşan “bilinçsiz vatandaş”, girişe 5 metre mesafede sistem tarafından öncelikle “sözlü” olarak uyarılıyor. Sigara söndürülmediği takdirde ise sistem devreye girerek sigaranın olduğu yöne doğru tazyikli su gönderiyor. İçeride sigara yakılmaya çalışıldığı durumda yine ısıya duyarlı sensörler devreye girerek vatandaşın üzerine su gönderiliyor.

Tamamen Türk mühendisleri tarafından üretilen “sigaroff”lardan memnuniyetlerini ifade eden İzmirliler “Allah belediyelerimizden razı olsun. Sigara içenler çok bencil oluyorlar. Uyardığınızda sizinle tartışıyor, hatta kavga bile edebiliyorlar. Üstelik koca koca insanlar, laf anlamıyorlar. Bu sistem sayesinde bırakın çocuk parklarında sigara içmeyi, artık sözünü bile etmiyorlar” şeklinde konuştular.

Aynı teknolojinin bankamatiklere sigara ile gelen düşüncesizler için ve yüzlerce hektar oksijen deposu ormanımızın maruz kaldığı yangınları önlemek amacıyla da kullanılabileceği ve çalışmalara hız verildiği öğrenildi.

SİGARA YASAK KARDEŞİM, ANLA ARTIK
Bir asparagas haber de benden. Nasıl buldunuz haberi bilemiyorum ama ben artık bıktım usandım çocuk parklarında, kimseyi umursamadan sigaralarını tüttüren düşüncesizlerden.
Ne derseniz deyin, ne şekilde uyarırsanız uyarın asla bir şey ifade etmiyor bazı sigara içen benciller için...

Bir tarafta onlarca çocuk, parkta oyun oynuyor. O bankta oturmuş tüttürüyor. Bir başkası anne, baba... Çocuğunu parka getirmiş. Çocuğunu da takip edecek ya... Elinde sigara, savura savura endam eyliyor ortalıkta. Bebeği pusette, annesinin elinde sigara. Adam kucağına çocuğunu almış, sola yaslamış sol eliyle düşmesin diye sıkı sıkı tutuyor, sağ elinde sigara... Binbir türlü sigara hali...

Ülke olarak tütün kullanımına bağlı hastalık ve ölümleri azaltmak amacıyla tütünle mücadelede ilk uluslararası anlaşma olan "Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesi'ni" 2004 yılında imzaladığımızı hatırlarsanız, sigara ile mücedelede önemli işler yapıldığını ancak çocuk parklarındaki bu durumun ortadan kaldırılması için bir arpa boyu yol kat edilemediğini görürsünüz.

TÜTÜN ÜRÜNLERİNİN ZARARLARININ ÖNLENMESİ
VE KONTROLÜ İLE İLGİLİ KANUN VAR

Siz sevgili okuyucularımız için; 27 Ocak 2015 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanan "Ulusal Tütün Kontrolü Programı Eylem Planı 2015-2018"i bir kez daha inceledim. Buna göre:
-          4207 sayılı kanun kapsamında yapılan denetimlerin güçlendirilmesi için mahalli mülki amirler başkanlığında toplanan Tütün Kontrol Kurulları bünyesindeki denetim ekiplerinin ihtiyaç duyacağı her türlü personel ve lojistik desteğin olanaklar dahilinde sağlanması,

-          4207 sayılı Kanun hükümlerine uyum sağlanabilmesi için kapalı alanlarda tütün mamulü tüketilmesine hiçbir şekilde izin verilmemesi gerekiyor.

-          Kamu kurumlarında ihlalin yaşanması halinde ilgililer hakkında gerekli idari işlemlerin derhal uygulanması, özel hukuk kişilerine ait yerlerde ise 155, 156 ve 184 No'lu telefon numaralarına gerekli bildirimlerin yapılmasına yönelik duyurunun tüm personele yapılmış olması,
                                             
-          İlgili kanun kapsamında, kamu kurum ve kuruluşlarının topluma örnek oluşturacak şekilde kendilerine ait açık alanların yalnızca belirlenmiş yerlerinde tütün mamulü tüketimine izin vermeleri, bu alanların toplam açık alana oranının yüzde 30'dan fazla olmaması ve giriş kapısından en az 10 metre uzakta olmasına özen göstererek, dumansız kampüs uygulamalarının yaygınlaştırılması gerekiyor.

ÇOCUK PARKI, YÜRÜYÜŞ YOLU VE EGZERSİZ YAPILAN ALANLARDA
SİGARA İ-ÇİL-MEZ!..

Gelelim bizim yazımıza konu olan “çocuk parkları”na.

Yasa o kadar açık. Bu bağlamda yayımlanan genelgede de tereddütler ortadan kaldırılmış durumda.

Buna göre, “kamuya açık çocuk parklarında, çocukların faydalandığı tüm açık alanlarda, yürüyüş yollarında, aletli egzersiz yapılan alanlarda ve vatandaşların spor yapmaları için kurumlarca oluşturulmuş alanlarda tütün ve tütün ürünü kullanımının önlenmesine yönelik çalışmalar yapılması gerekiyor”.

Ayrıca; havaalanı, otobüs terminali, tren garı, alışveriş merkezi, sinema, tiyatro, sağlık kurum ve kuruluşları gibi insanların yoğun olarak kullandıkları ve toplu halde giriş çıkışın olduğu kapalı alan özelliği taşıyan yerlerin giriş kapılarına en az 5 metre uzaklıkta olacak şekilde tütün ve tütün ürünlerinin tüketilmesinin de önlenmesi gerekiyor.

Yasaya atfen yayımlanan “Tütün Kontrolü Uygulamaları Genelgesi”ne göre kamu kurum ve kuruluşlarının halk sağlığı müdürlükleriyle koordineli olarak sigara bırakma kampanyaları düzenleyip, sigara bırakmanın teşvik edilmesi ve çalışanların hiçbirinin sigara içmediği iş yerlerinin özendirilmesi gerektiğine de vurgu yapılıyor.

Sigaraya bağlı nedenlerden dolayı her “10 saniyede 1 kişinin” hayatını yitirdiğini ve bu meretten kurtulmak için de gerekirse “uzman” desteği alabileceğinizi hatırlatıyor, yerel yönetimlerimizin başta çocuk parkları olmak üzere “uyarıcı ve bilgilendirici önlemleri” almalarını umut ediyor, “dumansız hava sahalarının” tüm yurtta artırılmasını diliyorum.

Bu konudaki ayrıntılı bilgilere de http://www.yesilay.org.tr/tr/bagimlilik/sigara-ve-tutun-bagimliligi linkinden ulaşabilirsiniz.

Dostluk ve sevgiyle.

Not: Ege’ye Bakış okurlarının, yazarları, emekçileri ve tüm yurttaşlarımızın “Kurban Bayramı”nı kutluyor; sağlıklı, mutlu, huzurlu ve bereketli yarınlar diliyorum.






“Çocuklar geleceğe gönderdiğimiz ve asla göremeyeceğimiz mesajlardır” (Anonymous)

22 Eylül 2015 Salı

TANSAŞIMA DOKUNMA!

Aynen böyle haykırasım geliyor. Yanı başımızdaki Tansaş’ın içinde ve dışındaki hummalı çalışmaları görünce, “Tansaşıma dokunma” diye avazım çıktığınca bağırmak istiyorum.

Nedenini birazdan paylaşacağım...

Yaşanmaya devam eden ve bugüne kadar gözyaşlarımızla geride bıraktığımız onca olup bitene; her yeni gün yüreklerimizi ağzımıza getiren ve bitmesi için dualar ettiğimiz baş belası terör olaylarından Ege’yi taşsız mezara dönüştüren, insanlığın -mış gibi yaparak uzaktan izlediği yürek sızısı mültecilere, Dolar ve Euro’nun önlenemeyen yükselişinden işsizlik, enflasyon ve zamlara...

İşte bu hengamenin içinde gözlerimizin önünde eriyip giden bir İzmir markası var: “TANSAŞ”

Profesyonel çalışma hayatıma “Tansaş”ta başladım. Sanırım yazıma bu duygusallık damgasını vuracak... Çocukluğumdan itibaren, hatırlarsınız belki baraka görünümlü satış yerlerinden otobüs mağazalara, küçük ölçekli mağazalardan alışveriş merkezi tanımlamasına kadar Tansaş’ı yaşamış, hep oradan alışveriş yapmış, ekmeğini yemiş; bu vesileyle de görece İzmir’e hizmet etmiş bir kardeşinizim.

Üniversite yıllarımda Tansaş’ın “Basın ve Halkla İlişkiler Koordinatörlüğü”nde, İzmir’in başarılı ve saygın gazetecilerinden Sevgili Işık Teoman’ın yanında iş başı yaparak daha yakından tanıma fırsatım oldu kurumu. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin bir kuruluşu olarak, kent içindeki onlarca mağazası ve Ege’deki o gün için sayılı mağazası ile “kaliteli, güvenli; sağlıklı, hesaplı” alışverişin adresiydi. Tansaş markalı ürünleri, Tanet’i vardı sonra. Güvenerek, gözü kapalı alırdınız Tansaş’tan; eti, sütü, yumurtayı...

Sayın İrfan Akça, Merhum Ahmet Piriştina, Sayın Coşkun Süer, Sayın Bülent Sezen, Sayın Tanfer Özkanlı ve Sayın Servet Topaloğlu benim gördüğüm, çalıştığım yıllarda genel müdürlerimiz oldular sırasıyla. Belki adlarını anımsayamadığım daha onlarca yönetici ve Tansaşlı... Başarılarını tartışamam. Emek vermiş tüm Tansaşlılar gibi; “olmasalardı Tansaş da olmazdı” diyelim...

Sonra Sayın İklil Ulueren ve Sayın Bora Tanrıkulu gibi önemli insanlarla tanışma ve çalışma olanağı buldum. Mesleki anlamda çok şey öğrendim kendilerinden; bir kez daha Tansaşlı tüm yöneticilerime, mesleğinin erbabı tüm dost ve arkadaşlarıma şükranlarımı sunuyorum bu vesileyle.
Tansaşlı yıllarımda evlendim; ilk evimin sahibi oldum. Otomobilim oldu. Çalışanın hakkını veren bir kurumdu o yıllarda da kim inkar edebilir ki?.. Mutluluk ve huzurumuzun, ekmeğimizin vesilesi oldu...

*****

1973’ten bu yana hizmet veriyordu; köklüydü, güçlüydü, İzmir’indi, İzmirlilindi; İzmir, İzmirli sonuna kadar sahiplenirdi Tansaşına.

1986 Yılında şirketleşme ile birlikte hizmet ağı genişlemeye başladı. O kadar hızlı büyüyor, halktan o kadar çok tasvip görüyordu ki tam 10 yıl sonra hisselerini halka arz ederek, yeni bir büyüme için kaynak yaratmayı başarıyordu.

Çalıştığım yıllarda; Ege’nin neredeyse tüm illerinde, Istanbul, Ankara ve hatta Çorum’da bile Tansaş açılmıştı. Bu kentlerde Tansaş adeta özlemle beklenen, aileden biri gibi karşılanan, tarifsiz değerle itibar gören, müthiş bir markaydı.  İnanın o kentten diğerine, bayram sevinciyle; bitmek tükenmek bilmeyen bir enerji ile koşardık. Öyle ya “Tansaş’ta çalışmak kadar, vatandaşlar için de Tansaş’tan alışveriş bir ayrıcalık” tı...

Hiçbir açılışı unutmam, unutamam da; bir Denizli Tansaş açılışımız vardı. Dillere destan... Açılışın ardından sabaha kadar sürmüştü alışveriş; kapatamamıştık mağazayı, halk akın akın mağazaya geliyordu, sabaha kadar anons yapmıştım mağaza içinde...

Üstelik, o yıllarda da bugün olduğu gibi  “kimse kolay kazanmıyordu”...

Az öder, çok satın alırdınız Tansaşlardan... “Hesaplı alışverişin adresiydi”...

Gücünü İzmir’den alan, marka değeri yüksek bir yapısala kavuştu kısa zamanda Tansaş...

Büyüdü, büyüdü. Yerel Tansaş önce Ege’ye, ardından Türkiye’nin birçok yerine açılmaya başladı. Doğuş Gurubu bünyesine kattı yapıyı önce. Ardından Migros’a satıldı... BC Partners; sonra Anadolu Grubu’na satıldı... İçinde Migros ve Tansaş’ın da olduğu birkaç marka ile birlikte 800 milyon Dolar’a satışı tamamlandı...


TANSAŞ DÖNÜŞÜYOR MU?

Şirket yönetiminin aldığı bir kararla; gücünü İzmir’den alan, ulusal hatta uluslararası bir marka olmayı başarmış Tansaş; Ege dışındaki tüm illerden çekilmeye başladı. Çekilme deyince, yanlış anlamayın. Yerlerini kardeş markası “Migros” a bırakarak çekildi diyelim.

Sosyal medyadan da takip ettiğim ve halen Tansaş-Migros bünyesinde çalışmaya devam eden arkadaşlarımdan aldığım izlenim “hızlı bir değişim”, hatta bazılarının değerlendirmesiyle “dönüşüm” şeklindeydi.

Evet, “Tansaş”lar “Migros”lara dönüşüyordu...

İZMİR’İN TANSAŞLARI

Çok yakınımdaki bir Tansaş, Migros olasıya; yine yakınımdaki bir Tansaş’ın da tedrici olarak Migros’a “dönüşmeye” başlamasıyla dikkat kesildim. Kasalarda müşteriler kasiyerlere merakla soruyordu “Neler oluyor?” Yanıtlar “Migros oluyoruz” “Bundan sonra Migros olarak devam edeceğiz” “Çok yakında tüm Tansaşlar Migros olacak”...

Hatta bir çalışandan “Migros’un İzmir Büyükşehir Belediyesi ile anlaştığını, Tansaş markasını belediyeye geri vereceklerini, bir de eski müdürlerden birkaçı ile Tansaş’ın yeniden İBB çatısı altında canlandırılacağını” söylediğini bile duydum.  Doğrudur, yanlıştır; bilemem.

Adı ne olursa olsun, ister değişim, ister dönüşüm; Tansaşlar birer birer Migros oluyor. “Ticaret bu kardeşim, sana ne. Gelişen ekonomi;  sahibi olan kurumun kararlarından sana ne, bak işine. Öyle uygun görmüşler...” diyenler de çıkabilir.

Benim gerçeğim şu “İzmir zaten markası az bir kent. Tansaş da o markalardan biri ve belki de en önemlilerinden. Tansaş, uzun yıllar okulu olmayan perakende sektörüne sayısız yönetici, eleman ve kurumsal bakış açısı kazandırmış önemli bir kurum. 

Bu dönüşüm ya da değişimin, uzun yıllara dayalı ’Migros-Tansaş’ birlikteliğinden dolayı fiziki olduğu da söylenebilir, kim bilir? O zaman da Tansaş’ta çalışanlar zaten Migros kültürü ile dönüşümlerini tamamladılar, ha Tansaş çatısı ha Migros da diyebilirler. Öyle diyenlere de, “peki o zaman neden Tansaş çatısı altında birleşmiyorlar” diye sorabilir miyim?..

BENİM İÇİN TANSAŞ İZMİRDİR

İzmir dışında uzun süreli seyahatteysem, eğer İzmir’i özlediysem ve gittiğim şehirde Tansaş varsa; oraya gider, içinde dolaşır, bu özlemimi giderirdim. Benzer bir duygusal bağ olmasa da, birçok İzmirlide de bende olduğu gibi Tansaş’ın özel yeri vardır.

Duygusallığım bundandır.  Belki çok yakında bir tane bile Tansaş kalmayacak... Tansaş’ın benim hayatımda önemli ve çok özel bir yeri vardır ve olmaya devam edecek. Çünkü orada hatıralarım var. Ondandır ki “orada arkadaşlarım var, oradan ekmek yiyorlar deyip, hala keyifle alışverişe devam ederim”

Yazıma son vermeden önce şunu söylemek isterim; uzun süre Tansaş’ta birlikte çalıştığım Metin Yazarı Sevgili Cem Müftüoğlu’ndan esinlenerek ve kulaklarını çınlatarak

“Büyük kentler, içinde barındırdıkları yapıtlar kadar, gücünü o kentin değerlerinden alan büyük kuruluşları ile de anılırlar”

Onun içindir ki Tansaş İzmirle anılır, İzmir Tansaş ile; Tansaş İzmirindir, İzmirlinindir, İzmir elçisidir, İzmir için önemlidir...

Madem ki İzmir’e geri dönmüştür, kaybolmadan gereği neyse yapılmalıdır. Malum; kolay “marka” olunmuyor.




'Üstelemek başarının temel unsurudur. Kapıyı yeterince uzun süre ve yüksek sesle çalarsanız, birilerini uyandıracağınızdan emin olabilirsiniz.'

Henry Wadsworth Longfellow

15 Eylül 2015 Salı

KARNE HEDİYESİ

KARNE HEDİYESİ

Okullar kapanalı çok oldu. Açıldı açılacak. Nereden çıktı şimdi bu “karne hediyesi” başlığı dediğinizi duyar gibiyim. Çok haklısınız. Koca bir tatili deviren öğrenci milleti, uzayan; hatta bayram sonrasına sarkan ders başının tadını çıkarmaya devam ediyor. Helali hoş olsun. Yoğun bir eğitim-öğretim döneminin daha arifesindeler ne de olsa. Aman iyi bir “eğitim” alsınlar da (!)

Bilmiyorum siz çocuğunuza “karne hediyesi” aldınız mı? Hayat pahalı. Çocukların her istediği de alınmıyor tabi. Birçok anne baba gibi biz de bütçemiz ölçüsünde ve çocuğumuzun da dileği yönünde bir karne hediyesi almışızdır. Aman çocuklarımız mutlu olsunlar, onlara teşvik olsun da...

Peki o zaman başka bir soru sorayım size. Çocuğunuza “karne hediyesi” olarak “av tüfeği” alır mısınız?..

KARDEŞ ÖLDÜREN KARNE HEDİYESİ

Vahim olay Muğla’nın Ortaca ilçesinde yaşanıyor. Birkaç gün önce, akşam saatlerinde evde yalnız kalan iki kardeşten 15 yaşındaki ağabey M.Ü. “babasının karne hediyesi olarak aldığı av tüfeği” ile oynamaya başlıyor. Kazayla tüfeğin tetiğine dokunan çocuk, kardeşi 12 yaşındaki Seymen Ü.’yü göğsünden yaralıyor. Yapılan tüm müdahalelere rağmen Seymen hayatını kaybediyor.

Ölüm haberini alan anne baba göz yaşlarına boğuluyor, şoka giren “15 yaşındaki M.Ü.” “pedagog” eşliğinde savcıya ifade veriyor. ..

BİREYSEL SİLAHLANMA

Bir tarafta “bireysel silahlanmaya evet” diyenler, diğer yanda da “hayır” diyenler var.

“Bireysel silahlanma; yaşam hakkının, özgürlüğün, milli çıkarların ve demokrasinin teminatıdır” yaklaşımı “evet” diyenlerin düsturu.

Diğer yanda “edinilen silahların yerleşim alanlarında, topluluk içinde ruhsat verilme amacı ile ilgisi olmayan nedenlerle, genellikle gösteriş amacıyla kullanılması nedeniyle kaza sonucu birçok masum vatandaş ölmekte veya yaralanmaktadır” yaklaşımı da “hayır” diyenlerin bakışı.

Hatta bu iki gurup çeşitli inisiyatifler altında örgütlenmelere bile gitmişler; dernekleri, vakıfları, blogları vs var.

Peki “kardeş öldüren karne hediyesi” haberine konu olan “av tüfeği”; kime, kimlere, hangi guruba hizmet etmiştir?

Biraz kurcaladığında; Türkiye’deki birçok karşıt görüş uğruna yapılan tartışmalardaki gibi bir kısır döngü içinde buluyor insan kendini.

Her şey bir yana; bugün Türkiye’de “barışı” savunan bilinçli yurttaşlarımızın “bireysel silahlanmaya hayır” dediğini duyar gibiyim. Onlar her yıl Türkiye’de binlerce insanımızın ateşli silahlarla öldürüldüğünü, yaralandığını biliyorlar. Cinayetlerin önemli bir oranda ateşli silahlarla işlendiğini,  her 10 kişiden ve her üç evden birinde ateşli silah bulunduğunu biliyorlar.

Bu bilinçli vatandaşlarımız; silaha kolay ulaşılabilir olmasının; cinayet, intihar gibi olayların en önemli nedeni olduğunu, evde silah bulunmasının ev halkından birinin cinayet, intihar, kaza gibi nedenlerle ölmesi riskini önemli ölçüde artırdığının farkındalar.

SİLAH BULUNDURMA YAŞI

TBMM Silah Tasarısı Alt Komisyonu 2010 yılında bu yaşı 18 olarak belirledi. Geçen yıl Haziran ayında ise bu kurul “radikal” bir karara imza attı:

Komisyonda yaşanan sert  tartışmaların ardından hükümetin 18’den 21’e çıkardığı silah taşıma yaşı önce 23 olarak belirlendi.  Ancak muhalefetin itirazlarının sürmesi üzerine ve batı ülkelerindeki örnekler dikkate alınarak, yeniden yapılan görüşmeler sonucunda bu yaş sınırı 25’e çıkarıldı.

“Av tüfeği taşıma yaşı ise yine 18” olarak kaldı.

Ayrıca AVM’ler gibi özel kişilere ait şirket, alışveriş merkezi ve işyerlerine de silahla girilemeyecek.

Muğla’nın Ortaca ilçesinde yaşanan üzücü olaya konu olan M.Ü. 15 yaşında. Büyük bir ihtimalle baba kendi adına bu av tüfeğini satın aldı ve oğluna “karne hediyesi” olarak layık gördü. Sonrasını düşünmeden. Anne bu hediye işine neden ses çıkarmadı?..

Bunlar polisin ve savcılığın araştıracağı konular elbette. ..

BİREYSEL SİLAHLANMAYA HAYIR!

Sevgili Egeye Bakış Okuru, bu konu gerçekten çok önemli.

Geçtiğimiz yıl Temmuz ayında kaleme aldığım ve aynı başlığı taşıyan yazımda da özellikle “maganda” kurşunlarına vurgu yapmıştım.

İzmir’de “Bireysel Silahlanmaya Tepki Platformu”nun ve halkla ilişkiler dünyasının duayenlerinden, değerli büyüğüm Sancar Maruflu’nun bu konuda ortaya koydukları eylemli tepkilerini desteklediğimi belirtmiş; “bireysel silahlanma” karşıtı söylemlerin "gündemden düşürülmemesini" dilemiştim.

Hatta birkaç yıl önce “bireysel silahlanma karşıtı oluşturulan kamuoyu” sayesinde Uluslararası İzmir Fuarı’ndaki standını terk etmek zorunda kalan silah firmalarını hatırlatmıştım.

Bireysel silahlanma karşıtı duruşum da, görüşüm de değişmedi. Hele bu son haberle tavrım daha da güçlendi.

Bireysel silahlanmaya karşı toplumsal tepki gerekir ve etkisi kanıtlanmıştır.

"Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın" diyor Albert Camus.

Pisi pisine kayıplara, bireysel silahlanmaya hayır!..





“Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir”

Hz. Mevlana

13 Eylül 2015 Pazar

YER GÖK KIRMIZI BEYAZ

“A Milli Futbol Takımımız, 2016 Avrupa Şampiyonası Elemeleri A Grubu'ndaki 8. maçında, dünya devi Hollanda'yı hüsrana uğrattı: 3-0. Son Dünya Kupası'nda üçüncü olan Portakallar karşısında muhteşem bir oyun sergileyen ay yıldızlı ekibimizin gollerini Oğuzhan Özyakup (Dk.8), Arda Turan (Dk.26) ve Burak Yılmaz (Dk.85) attı. Kırmızı beyaz Türk bayraklarıyla gelin gibi süslenen Konya Torku Arena'da gelen bu galibiyet, milli takımımızı grupta 3. sıraya taşıdı. Hollanda ise 4. sıraya geriledi...”

Sadece birkaç gün önce.  Türkiye-Letonya maçıyla görücüye çıkan Konya Büyükşehir Torku Arena, Hollanda maçında da kırmızı-beyaz renklerle süslendi. Konya Büyükşehir Torku Arena'yı çevreleyen tribünler Türk bayraklarıyla süslendi. Stadın içerisine 60 bayrak asılırken, seyirciler için de koltuklara 40 bin bayrak bırakıldı. Stadın dışarısındaki aydınlatma direklerinde 50 bayrak kullanıldı.

Yer gök, kırmızı beyaz...

Nefesler tutuldu, dualar okundu, gazlı içecekler, biralar stoklandı. Ay yıldızlı formalar giyildi, evde, kahvehanede televizyonların seni açıldı, maç başlamadan reklamlar izlendi. Yorumcular konuştu, konuştu;  hastalıklara, enflasyona, geçim sıkıntısına, bilcümle dert ve tasaya “90 dakika ara” verildi. Goller konuştu, Türkiye coştukça coştu.

Yer gök, kırmızı beyaz...

Stadı dolduran binlerce seyirci “Türkiye, Türkiye” tezahüratlarıyla kendinden geçti. Tüm ülke alınan bu büyük galibiyetten dolayı çok mutlu oldu, coştu. Öyle ya son günlerde yaşanan terör olayları dolayısıyla moraller çok bozuktu. Üstüne üstlük milli takım da oynadığı maçlardaki performansı ile göz doldurmuyordu. İyi oldu, iyi. Bu başarı biraz ülkeye nefes aldırırdı.

Yer gök, kırmızı beyaz...

EuroBasket 2015’te de Türkiye Milli Basketbol takımı, zaman zaman tökezlese de başarılı sonuçlar almaya devam ediyor.

Yer gök, kırmızı beyaz...


TERÖRÜN KARANLIK YÜZÜ, HÜZÜN VE MATEM

Bir taraftan “Türkiye Türkiye” tezahüratlarıyla coşku tavan yaparken, vatan evlatlarının ana ocaklarına ateş düşmeye devam ediyor.  Henüz geçip giden günün muhasebesini yapmadan ertesi gün, alınma ihtimali yüksek “şehit haberleri”nden ürküyor insan. “Sabah olmasın, yeni şehit haberleri almayalım” diye uyumak istemiyor analar, babalar...  Birkaç ay içinde yeniden hortlayan bu canavar 150’ye yakın vatan evladına, şehide mal oluyor.

Terörün karanlık yüzü, hüzün ve matem...

Sözlükler “Terör” ve “Terorizm”i farklı açılardan ele almakta. Terör; her türlü şiddet hareketlerini içeriyor; örgütlü ve kuralsız şiddet hareketleri olarak tanımlanıyor. Terorizm ise siyasi unsur içeriyor, yani bir ideolojisi var ve mevcut sistemi şiddet yoluyla tahribe yönelmiş, bir ideoloji etrafında örgütlenen birden fazla kişinin şiddet eylemleri temelinde, mevcut siyasi iktidarı ve rejimi hedef alan faaliyetleri olarak değerlendiriliyor. Kavram kargaşasına mahal vermeye gerek yok. 

Tanımı ne olursa olsun, terörün de terorizmin de  hedefinde; asker-sivil ayrımı, kadın-erkek, genç-yaşlı , bebek-çocuk ayrımı yapmadan yitip giden canlar var.

Terörün karanlık yüzü, hüzün ve matem...

Bugünlerde meydanlar kalabalık. Ay yıldızlı Türk Bayrağı’nı eline alan vatandaşlarımız sokaklarda... Şehit cenazeleri , her bir şehidin hüzünlü hikayesi eşliğinde daha da acıtıyor... Trajedi devam ediyor. Otomobiline, iş yeri ve evlerine bayrak asan yurttaşlarımız var. Halk “terör dursun” istiyor. Kalabalıkları seven provokatörler iş başında. Diz boyu “vandalizm”. Gazete binaları basılıyor sonra.  Bizi yöneten büyüklerimiz, muhalefet liderleri ard arda “itidal” çağrıları yapıyor. Devlet aynı anda birçok terör örgütüne savaş açmış durumda. Bir medya grubu “beyaz” derken, diğer grup “kara” diyor. Tüm bu olanların paralelinde  bazı holdinglere baskınlar düzenleniyor. 

“Neler oluyor bize yine neler oluyor gülüm, yine neler oluyor sana bana neler oluyor” diyor ya bir şarkının sözleri, aynen öyle...

Terörün karanlık yüzü, hüzün ve matem...

Ha bu arada unutmadan: “Türkiye ekonomisi, yılın ikinci çeyreğinde yüzde 3,8 ile beklentilerin üzerinde büyüdü”.



Not: Şehitlerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına ve Türk Milleti’ne başsağlığı, yaralılarımıza da acil şifalar diliyorum. 



Geçmişten adam hisse kaparmış...
Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
'Tarih'i 'tekerrür' diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi

Mehmet Akif Ersoy

23 Mayıs 2014 Cuma

İZMİR KARABAĞLAR ESERKENT ORTAOKULU'NDA BİR İLK DAHA: "MESLEKİ TANITIM VE KARİYER GÜNLERİ"

 
Karabağlar EserkentOrtaokulu’nda
Bir İlk Daha:
Mesleki Tanıtım ve Kariyer Günleri
 
İzmir Karabağlar İlçesi’nde bulunan Eserkent Ortaokulu “Kariyer Günleri”ne ev sahipliği yaparken; gerçekleştirilen etkinlik öğrencilerin geleceklerini planlama, bilgi, beceri ve deneyim süreçlerine yepyeni bir açılım yaratması yönüyle de öğrencilerle birlikte öğrenci velileri ve çevre ortaokullar tarafından da büyük ilgi gördü.
 
İzmir Karabağlar Eserkent Ortaokulu “Mesleki Tanıtım ve Kariyer Günleri” öğrenciler, okul yönetimi ve öğretmenleri, çevre ortaokul öğretmen ve öğrencilerinin yanısıra velilerin de katılımlarıyla gerçekleştirildi.   
 
Eserkent Ortaokulu Yönetimi ve Rehberlik Servisi işbirliğiyle gerçekleştirilen “Mesleki Tanıtım ve Kariyer Günleri” ile ilgili açıklama yapan Okul Müdürü Serdal Atav, “Okul yönetimi ve rehberlik servisi işbirliği ile hazırladığımız organizasyonumuz kapsamında üst eğitim kurumlarını öğrencilerimize tanıtmayı,  ilköğretim sonrası devam edilebilecek ortaöğretim kurumları hakkında çocuklarımızı bilgilendirmeyi hedefledik” dedi. 
 
Atav, gerçekleştirilen etkinliği; her yıl öğrencileri çevredeki liselere götürmek ve tanıtmak suretiyle gerçekleştirdiklerini,  bu durumda okul öğrencilerine kısıtlı sayıda okul tanıtmanın mümkün olduğunu ifade ederken “Okulumuzda gerçekleştirilen Mesleki Tanıtım ve Kariyer Günleri sayesinde okulumuz 8. sınıf öğrencilerimizin tamamına ve hatta çevre okullardan etkinliğimize katılan okullarımızın öğrencilerine ulaşmış olduk. Bu durumdan velilerimiz de oldukça memnun” şeklinde konuştu.

Eserkent Ortaokulu Mesleki Tanıtım ve Kariyer Günleri’ne Naci Şensoy Anadolu Lisesi, İzmir Anadolu Lisesi, Atatürk Sağlık Meslek Lisesi, Karabağlar Kız Teknik Meslek Lisesi, Yeşilyurt İMKB Ticaret Meslek Lisesi, Yunus Emre İmam Hatip Lisesi, Mavi Ege Sağlık Meslek Lisesi, Lokman Hekim Sağlık Meslek Lisesi, Renk Koleji ve Bayraklı Sağlık Meslek Lisesi katılırken; okul yetkilileri öğrencilere okullarını tanıtan sunumlar gerçekleştirdi.
 
 
 
Etkinliğe çevre okullardan;  Şehit Gazeteci Hasan Tahsin Ortaokulu, Kazım Karabekir Ortaokulu, Yıldırım Beyazıt Ortaokulu da öğrencilerini getirirken tamamlayıcı faaliyet olarak Eserkent Ortaokulu Rehberlik Servisi  üst eğitim kurumları hakkında bilgi vermeye devam etti.
 
Okul Müdürü Serdal Atav, Mesleki Tanıtım ve Kariyer Günleri’ne katılan, öğrencilere aydınlatıcı sunumlar yapan tüm okullara teşekkür ederken, bu etkinliği sonraki yıllarda daha fazla okulun tanıtılacağı, uzun soluklu bir etkinlik olarak gerçekleştirmeye devam edeceklerini sözlerine ekledi.
 
 
 

29 Temmuz 2013 Pazartesi

YAZI MI TURA MI?..

YAZI MI TURA MI?

Elindeki demir 1’liği fırlattı. Öyle yükseğe çıktı ki kendi etrafında hızla dönerek 1’lik, bir an hiç yere düşmeyecek sandılar. Yerle buluşmasıyla üşüştüler üzerine “yazı mı” “tura mı”..?

Öylece baktılar demir 1 liraya. Sonra birbirlerine. Göz kapakları kaybolmuş kocaman 2 çift göz birbiriyle buluştu. “Tura” “Çaresi yok, sen” dedi Ali; “sen gideceksin…” Erdem gözünü endişe ve pişmanlık yüklü Ali’nin iki gözünden ayırdığında kaldırımın kenarında otururken buldu kendini. İki elinin arasına aldığı başını ovuşturuyor, kendi kendine söyleniyordu “Neden ben?” Oysa öylesine adaletliydi ki yaptıkları. Seçenekler belliydi. Ya Ali gidecekti ya da kendisi…

Babası 30 yıl sigara içtikten sonra amansız hastalığa yakalanmış, rahmetli olasıya kadar da Erdem’e “içme oğul şu mereti, bak ben neler çekiyorum” diye sızlanıp durmuştu. Erdem küçük yaşlardan itibaren babasının sigarasından nasiplenmiş, üst solunum hastalıklarından yana da fazlasıyla muzdarip yaşamaya devam etmekteydi. Öyleyken bırakmadı, bırakamadı şu mereti…

Şimdi ise Jandarma yolundaydı… Dün sigarayı bırakmış; üzgün, vicdanı dağlanarak… Yürüdü, yürüdü… Kasabanın en büyük kahvehanesindeki televizyondan gelen sesle irkildi, durdu, dinledi “Hektarlarca orman sigara izmaritinden çıktığı belirlenen bir nedenle kül oldu. Yangın ancak sabah saatlerinde kontrol altına alınabildi…” Başını önüne eğdi, kendi kendine mırıldandı “babamı aldı, şimdi de geçim kaynağımızı, geleceğimizi, bizim yüzümüzden…” Kahveci Rıza “Neyin var delikanlı” diye seslenecek oldu. Erdem “ben yaktım, biz yandık…” diyerek kafasını iki yana sallıyordu. Rıza ne olduğunu anlayamadı. Boş verdi ve başı önünde yürümeye devam etti…

Jandarma kayıtlarından: “İki arkadaş kasabanın yakınındaki köyde yaşıyorlar. Birlikte ormanda gezinti yaptıktan sonra dinlenmek üzere kuru çalılıkların ve kuru otların bulunduğu mevkide oturuyorlar. Birer sigara yakıyorlar. Dinlendikten sonra sigara izmaritlerinin üzerine basarak, söndürüyorlar. Yarım saat sonra kuru otlar alev alıyor ve ormanlık alana sirayet ediyor. Hektarlarca orman kül oluyor…”  

“Erdem R. ifadesinde pişmanlığını dile getirirken, ‘yazı-tura’da kazanan ve vicdan azabından amansız hastalığın pençesine düşen Ali N. de pişman olduğunu ifade ederek 2 ay sonra teslim oldu. Şahıslar tutuklanarak cezaevine sevk edildi…”

Hikâyemizdeki Ali mi suçlu, yoksa Erdem mi? Belki aracıyla yoldan geçen ve sigarasını söndürmeden “kendisine göre yolun kenarına” fırlatıveren… Ya da ormanlık alanda piknik yapıp, mangal keyfi sonrası mangalını söndürmeden öylece çekip giden… Kırık cam ve şişe parçalarını hoyratça ormana atan?..

Soruları bir de şöyle soralım “Bize  orman sevgisi, ormanlarımızın değerlerini bilmeyi öğretemeyenler mi? Orman yangınlarına karşı yeterli önlemi alamayanlar mı? Yaz geldiğinde aşırı sıcaklarla birlikte şu yangınlarla ilgili uyarı yapan televizyonların uyarılarını algılayamayan, önlem alamayanlar mı, kim suçlu?”

Sen mi, ben mi; siz mi, biz mi; onlar mı?..

"Yazı mı tura mı?.."

Suçlu ararken, yeni bir orman yangını haberi daha geldi az önce…

Ormanlarımız yanıyor, kül oluyor; yanıyoruz, kül oluyoruz…

Yazık…

23 Temmuz 2013 Salı

NEYİN KIYMETİNİ BİLİYORUZ Kİ?..

NEYİN KIYMETİNİ BİLİYORUZ Kİ?

Her yeni güne ülkemi derinden üzecek yepyeni bir olayla başlıyoruz.

Bugünkü üzüntü haberimiz Bodrum’dan. Ne yazık ki milli atlet Murat Karabaş’tan.  8,5 Metrelik bir izolasyon çukuru mezarı oldu. Ne işi vardı milli atletimizin o derinlikteki bir çukurda?..

Yeni nişanlanmıştı. Gencecikti, idealleri vardı, 29 yaşındaydı Murat. Dünyaevine girecekti; bu umutla para biriktiriyordu belki de. Ege Üniversitesi Beden Eğitimi mezunuydu. KPSS’ye girdi “öğretmen olurum” umuduyla.  

Bekliyordu...

Burası Türkiye’ydi. Burada öyle boş boş beklenmezdi. Boş duranı zaten Allah da sevmezdi. Öyle “milli atlet” olmuşsun falan, "hikaye"ydi. Ağabeyinin yanında inşaatlarda çalışmak zorundaydı. “Milli” idi, ağabeyi tarafından koruma altına alındı. Üstelik karşılığında hatırı sayılır mı bilinmez “bir ücret” de alıyordu.

Ortakent-Yahşi’deki bir kolejin yan duvarlarına izolasyon yapılacaktı. Çalışmaya başlamışlardı. Murat Karabaş kazılan çukura inmişti. Müthiş bir gürültüyle çöktü çukur. Okul yöneticileri ve çevredekiler koşuşturdular telaşla. Murat Karabaş çukurdaydı. Kurtarma ekipleri çağırıldı. Jandarma geldi…

1500, 5 bin ve 10 bin metreye meydan okumuştu. Türkiye rekorları kırdı. Lakin 8,5 metrelik çukura yenik düştü.

Geride nişanlısıyla çektirdiği “mutluluğun fotoğrafı”, acı, hüzün ve kadir kıymet bilmeyen, değerlerini bozuk para gibi harcamakta üstüne olmayan bir anlayış bırakarak gitti milli atletimiz Murat Karabaş.


Türk Sporu’nun, Türkiye’nin, hepimizin başı sağ olsun, bu son olsun...