İZMİR'İN ALTINI ÜSTÜNE GETİRMEK
Bu sabah gazetelere biraz dikkatle göz gezdirenler görmüştür:
"Muğla'nın Milas İlçesi'nde bir inşaatın temel kazısı sırasında yapılan sondaj çalışmalarında, tarihi kalıntılara rastlandı. Eserlerin ortaya çıkması üzerine inşaat çalışmaları durduruldu ve kurtarma kazısına başlandı..."
Aslında gün geçmiyor ki İzmir, İstanbul, Muğla gibi kentlerimiz öncelikli olmak üzere Anadolu'nun birçok yöresinde benzer olaylar yaşanmasın. Vatan topraklarının altında yatan zenginliğin farkında olan yurttaşların yönlendirmesi ile ya da şanslı bir kent ise ve idealist bir müze müdürü, çalışanı var ise onların girişimleriyle müdahale edilmekte, gereği yapılmakta...
8.500 Yıllık köklü bir geçmişe sahip “Ege’nin İncisi İzmir"de yaşıyoruz., Hititler, İyonlar, Lidyalılar, Persler, Helenler, Romalılar ve Bizanslılardan Osmanlılara kadar birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış ve bu uzun tarihsel süreç, yapıtları ve buluntularıyla geride bıraktığı izlerini kentin her köşesine adeta serpiştirmiştir.
Birazdan sizlerle, ilk kurulduğu "Tepekule"den küçük bir yolculuğa çıkacağımız ve “Smyrna” olarak bilinen, ismini de bir Amazon kraliçesinden aldığı rivayet olunan İzmir'i, kısmen yerin üstünde önemli bir bölümü de altında olan İzmir'i paylaşacağım.
Burada İzmir'de bulunan ve belki her gün önünden geçtiğimiz toprağın üstündeki eserlerden; camilerimiz, kiliselerimiz, sinegoglarımız, müzelerimiz ve eski evlerimizden söz etmeyeceğiz. Yeri geldiğinde bu yapılarımızı da bloğuma konuk edeceğim ancak bugün burada İzmir'in altındaki "asar"dan bahsedeceğiz genel olarak; dedik ya "İzmir'in altını üstüne getirmek":
Eski İzmir'in (Smyrna) güzelim körfezin kuzeydoğusunda ve yerleşim alanı itibariyle yüz dönüm olan bir adacık üzerinde kurulduğunu söylüyor ilk olarak tarihçiler. Uzun yıllar Meles Irmağı Yamanlar (Sipylos) Dağı’ndan sürüklenerek gelen sellerle toplanan mil bugünkü Bornova ovasını oluşturmuş ve bugün de bildiğimiz tepeye dönüştürmüştür. Yerli yabancı (!) çeşitli üniversite, vakıf ve kişilerin gerçekleştirdikleri, tarih boyu süren arkeolojik kazılar bize İzmir'in tarihinin M.Ö. 8500 yıllarına kadar uzandığını gösteriyor.
Son seçimlerle ilçe olan bugünkü Bayraklı'daki Smyrna tarihinin; gerçekleştirilen ve gerçekleştirilecek kazılarla daha da eskilere dayandırılabileceği üzerine öngörülerde bulunulmaktadır.
Gerçekleştirilen kazılar İzmir'in ilk sakinlerinin evlerini höyüğün en üst seviyesinde denizden 3-5 metre yukarıda ve kayalar üzerine inşa ettikleri yönünde ip ucu vermektedir. Bu yerleşimin Eski Tunç Çağı dönemine ait olduğu bilinmekte; Demir Çağı'nda ise İzmir evlerinin, çeşitli büyüklükte tek odalı yapılardan oluştuğunu, gün yüzüne çıkarılan en eski evin ise M.Ö. 1000'li yıllara kadar dayandırıldığını görmekteyiz. Gayet güzel kamufle edilmiş olarak ortaya çıkarılmış olan bu tek odalı evin duvarları kerpiç, çatısı da muhtemelen sazlıklardan imal edilmiş olmalıydı.
M.Ö. 850’lerde eski İzmirliler'in kentlerini kerpiçten mamul kalın surlarla korumaya başladıklarını ve bu tarihten itibaren eski İzmir’in bir kent devlet kimliği kazandığı görülmektedir. Soylular, kentliler ve köylülerin kendi hiyerarşik yapısında yerleşim ve yaşam biçimlerine sahip oldukları düşünülmekte; tarımsal anlamda bu çağda eski İzmir'de zeytin ağaçları, tarlalar, bağlar, taş ve çömlek atölyeleri bulunmaktaydı. Tarım ve balıkçılık da bu dönemde ana sektörlerdi.
Athena Tapınağı eski İzmir'in en önemli kutsal yapısı. Bugün bu tapınağın korunan en eski kalıntısı M.Ö. 725-700 yıllarına tarihlenmekte. Kentin yıldızı M.Ö. 650-545 yılları arasında oldukça yükselmiş; yüz yıl gibi bu sürede İon uygarlığının en güçlü dönemi yaşanmış. İşte bu bu süreçte; eski İzmir'in balıkçılık ve tarımın yanısıra, Akdeniz ticaretinde de adından söz ettirdiğini söyleyebiliriz. Diğer bir deyişle kent zenginleşmekte, büyümekte, refah düzeyi de artmaktadır.
Tabi bu dönemde daha çok yazılı materyalle karşılaşmaktayız. Athena Tapınağı'nda ele geçen ve bu döneme dair "sunu yazıtları" bizi doğrulamaktadır. Tarih boyu gerçekleştirilen kazı ve incelemeler Athena Tapınağı'nın (M.Ö. 640-580), Doğu Helen dünyasına ait en eski mimari yapıtı olduğunu göstermekte ve o döneme ait en eski ve en estetik sütun başlıkları da şu ana kadar burada bulunmuştur.
Sevgili Okurlar,
Bu yüzyılın ikinci yarısına kent mimarisi açısından baktığımızda cadde ve sokakların ızgara planlı, kuzeyden güneye ve doğudan batıya uzandığını, evlerin de genellikle güneye dönük olduğunu görmekteyiz. M.Ö.5. yüzyılda Hippodamos (birbirleriyle dik açı yaparak kesişen doğrusal caddelerden ya da kare veya dikdörtgen yapı adalarından oluşan kent planı) tipi adını alacak olan bu kent planı Yakın Doğu'da bilinen bir plandı.
Diyebiliriz ki Bayraklı kentsel planı, bu tür kent uygulamasının Batı dünyasındaki en erken temsilcisi olmuştur. Diğer taraftan İon uygarlığının en eski parke döşeli yolunun ise Eski İzmir’de gün ışığına çıkarılmış olması dikkat çekicidir. Bu dönemin sivil mimarlık açısından en eski yapıtı Eski İzmir’de 7. Yüzyılın ilk yarısında yapılmış olan taş çeşmedir.
Yamanlar Dağı üzerinde anıtlaşan Tantalos Mezarı, tholos (yuvarlak planlı tapınak) biçimli anıtsal mezarlar için verilebilecek güzel bir örnektir. Elde kesin bir veri bulunmamakta; bu abidevi yapıtın, Eski İzmir’de MÖ.520-580 tarihlerinde yaşamış olan eski İzmir'in yöneticisi Basileus ya da tiranın mezarı olabileceği düşünülmektedir.
İzmir ve çevresindeki bu bitek topraklar, tarım, balıkçılık ve denizciliğin yükselen değer olması, komşu Lydialıları harekete geçirmiş ve İzmir'e savaş açmışlar, kente oldukça büyük zararlar vermişlerdir. Fakat İzmirliler kentlerini yeniden kurmayı başarmışlardır.
Eski İzmir'in bir daha çöküşü Anadolu'da Pers istilasının sonuçlarından olmuştur. Pers orduları Anadolu boyunca ilerlemişler, Lydia krallığına karşı Ege'nin tüm kıyı kentlerinin kendisini desteklemelerini istemişlerdi. Tabi bu istek Ege'nin kıyı kentlerinde ters tepti. Persler bu direnişi gördüler ve Lydia'nin başkenti Sardes'i ele geçirdikten sonra Ege'nin tüm kıyı kentleriyle eski İzmir'e de saldırdılar. İzmir bir kez daha enkaz haline geldi ve bu tahribat sonrası Smyrna'nın (Bayraklı) ilk yerleşim alanında bir daha kent düzeninde bir yerleşim görülmedi.
Buraya kadar, İzmir'in ilk yerleşimine ve olası zenginliğine dikkat çekmeye çalıştık.
Sırada Dünya'nın bilinen en büyük agorası "İzmir Agorası" var. 1932–1941 yılları arasında gerçekleştirilen ilk dönem kazılarla önemli bir bölümü ortaya çıkarılan İzmir Agorası... Dikdörtgen formda, ortada geniş (120 x 180 m) bir avlu çevresinde sütun ve kemerler üzerine inşa edilmiş, üç katlı ve önünde merdiveni olan bileşik bir yapı olduğu bu kazılarda ortaya çıkarılmış, son dönemlerde yapılan kazılar sonucunda da İzmir Agorası'nın bugüne kadar bilinen en büyük Agora olduğu da ortaya çıkmıştır. İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin Agora ve Çevresi Koruma Yaşatma ve Uygulama Projesi'nin umutvar bir çalışma olduğunu da söylemeden geçemeyeceğiz.
"Kadifekale" ve çevresi de dikkatle incelenmesi ve üzerinde çalışılmaya devam edilmesi gereken bir diğer hazinedir İzmir'de. İzmir'in merkezinde, Körfez'i boylu boyunca izleyebileceğiniz bir noktada inşa edilmiş olan Kadifekale M.Ö. 3.YY'da Büyük İskender'in talimatı ile inşa edilmiştir.
Kadifekale ilk yapıldığı dönemdeki özellikleriyle günümüze dek ulaşamamış; Kale Roma, Bizans, Beylikler ve Osmanlı dönemlerinde de kullanıldığı için bu dönemlerde geçirdiği onarımların izlerini taşımaktadır. Çevresi bugün kontrolsüz ve bilinçsiz yerleşimlerle çevrili olmasına karşın Helenistik ve Roma dönemine ait sur duvarları bu kötü görüntüye meydan okumaktadır.
Denizden 186 metre yükseklikteki Kadifekale yaklaşık 6 km gibi geniş bir alan üzerinde kurulmuştur. Doğu ve Güney duvarları tamamen yıkılmış; Kuzey ve doğu duvarları ile beş kulesi ise ayakta kalabilmiştir. Kulelerin yüksekliği 20-35 metre'dir. Kale içinde Bizans Dönemi'ne ait kemerli büyük bir sarnıç ve bir mescit kalıntısı bulunmaktadır. Dünya'nın en büyük antik tiyatrolarından (Roma) biri de bu yörede bulunmakta bu yapının da gün yüzüne çıkarılması için İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin bir proje olduğunu bilmekteyiz...
Sevgili Okurlar,
Aslına bakılırsa İzmir'in neresinde bir tarihi yapı görürseniz - ki bu genel olarak ülkemizde ve Dünya'da tarihi kentlerin tümünde yüksek olasılıkla böyledir- dönemine göre belki çevresinde ciddi bir arkeolojik ya da sanat tarihi açısından öneme sahip bir kalıntı ya da buluntu ile karşılırsınız.
Bu karşılaşma da yine özellikle ya bir "inşaat çalışması" sırasında ya da "bir arızanın onarımı" sırasında kazma vurulduğunda büyük ihtimal rastlantı sonucu gerçekleşir.
Ben diyorum ki asıl zenginlik kentin altında gizlidir. "Kenti yeniden inşa etmek de kentin tarihsel süreciyle barışık olmakla daha da anlam kazanacaktır". "Ha çıkardık yerin altından sonra ne olacak" diyorsanız, orası daha önemli. Tarihi kalıntı ve buluntuların ortaya çıkarılması elbette çok önemli fakat burada asıl önemli olan onları koruyup yarınlara taşımak yönündeki kararlılığımızdır.
Akıllı ve öngörülü yöneticiler bunu yapar ve başarılı olurlar. Kimi okuyucuya biraz ironik gelmiş olabilir başlığımız ve dahi son sözümüz lakin:
"İzmir'in altını üstüne getirenler, kentin geleceğine yön verirler"